ENKAZ
Naçizane bir okuma önerisi, Evgeny Grinko - Field eşliğinde okuyun 😉
Bir gün tesadüfen karşınıza uygun fiyatlı boş bir arazi çıktı ve bu araziyi alıp bina dikmeye karar verdiniz. Belediyeye gittiniz, inşaat şirketiyle anlaştınız, bir sürü prosedür, izin derken uzunca bir sürecin ardından her şey tamamlandı.
Çevrenizdeki insanlar bu kadar acele etmemeniz ve iyi düşünmeniz gerektiğini söylese de dinlemediniz ve inşaat başladı. Maddi manevi tüm birikiminizi, emeğinizi, geleceğinizi belki de hayallerinizi kattınız. İşçileri buldunuz, özenle çalıştınız, geceniz gündüzünüze karıştı. Hiçbir masraftan kaçınmadınız. Elbette problemler çıktı.Hepsiyle tek tek ilgilendiniz. Ama hepsini çözdünüz.
Problemlerin ardından aylar sonra binanız bitecek. Mimarisi de çok güzel görünüyor, şükürler olsun!
Sonunda binanız oturuma hazır. Emeklerinizin karşılığını aldınız ve kutlama yapacaksınız, kutlamadan önce terasa çıkıyorsunuz. Binanıza bakıp gülümsüyorsunuz, çok mutlusunuz. Vay be! Bunu hak edecek ne yaptım, böyle güzel bir iş başardım, şükürler olsun...
Derken hiç hesapta olmayan bir şey gerçekleşiyor. Önce hafif bir sarsıntı geliyor yerden ve giderek şiddetini artırıyor. Önce başınız dönüyor sanıyorsunuz ama hayır. Kalbiniz hızlı hızlı çarpmaya başlıyor, ne olduğunu anlayamıyorsunuz. Kalbiniz duracak gibi, sırtınızdan kaynar sular boşalıyor. Sarsıntı artçılar halinde şiddetini artırıyor. Sallanıyorsunuz. Bu beklenmedik sarsıntı karşısında şoka giriyorsunuz. Ağlamaya başlıyorsunuz. Elleriniz titriyor . Bağıramıyorsunuz. Rüyada gibisiniz. Hareket kabiliyetiniz, ilahi bir güç tarafından kısıtlanmış gibi elleriniz titreyerek ağlıyorsunuz. Sarsıntı şiddetle devam ediyor. Yer ayaklarınızın altından kayıp gidiyor...
Ve sarsıntıyla birlikte aylarca emek verdiğiniz binanız maalesef yerle bir oluyor. Binanızın yarısı toprağa batıyor. Kendi emeklerinizin enkazı altında kalıyorsunuz. Sıkıştınız, vücudunuz kırıklar içinde. Nefes alamıyorsunuz. Sürekli aynı cümleyi tekrarlıyorsunuz ''Nasıl olur?! Hayır! Nasıl olur!!''
Enkazda kaldığınızı duyan yakın dostlarınız apar topar olay yerine gelip baygın halde sizi enkazdan kurtarıyor. Artık nefes alabiliyorsunuz. Ama sadece refleks olarak... Yaşadığınız söylenemez. Kendinize gelmeniz için olay yerinden sizi uzaklaştırıyorlar. Gözyaşlarınızla dehşet içinde yerle bir olan emeklerinize bakıp olay yerinden ayrılıyorsunuz.
Dostlarınız sizi teskin ediyor ama sakin kalamıyorsunuz. Sarsıntı aklınıza geliyor , mideniz bulanıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlıyorsunuz.
Aklınızda sorular dört dönüyor. ''Binanın malzemesinden mi çaldım, hayır. Neyi eksik yapmış olabilirim, binam daha ilk depremde yerle bir oldu? Yoksa işçiler malzeme mi çaldı? Neden ? Yoksa baştan beri yapmamam gereken bir iş mi yapıyordum? Kader miydi beni bu yola koyan? Neyle sınanıyorum?''
Nihayet yıkımın üzerinden birkaç gün geçti. İyi hissetmiyorsunuz. Ama iyi olmanız gerekiyor. Düşündükçe boğuluyorsunuz, çünkü aklınızdaki soruların hala net bir cevabı yok. Binanız neden yıkıldı, temelini sağlam attığınızı gayet iyi bilmenize rağmen, neden? Yoksa binanızın altı, binanızı ilk fırsatta yıkıma uğratacak gizli bir bataklık mıydı? Soruların yanıtını size deprem veremezdi. Soruların cevabı bir vahiy yoluyla size ulaştırılmadığı sürece yanıtsız kalacaktı. Başlarda öfke ve hırsla işin peşini bırakmamaya niyetlenseniz de, bir süre sonra sorgulamanın hiçbir anlam ifade etmediğini ve yıkıma uğrayan emeklerinizi geri getirmeyeceğini anlayınca her şeyi boşveriyorsunuz.
Günler geçiyor, dostlarınız sizi enkazın sağlam parçalarıyla yeni bir bina inşa etmeniz hususunda telkin etmeye çalışıyor. Gülüyorsunuz, böyle bir şeyin mümkünatı yoktu. Sağlam parçalarla nasıl yeni bir bina inşa edebilirdiniz? Hem bina komple yıkılmıştı, sağlam parçası olduğunu nereden çıkarıyorlardı? Ayrıca hadi sağlam parçaları var ve binayı sağlam parçalardan yeniden inşa etme cesaretini gösterdiniz diyelim, yeniden yıkılmayacağının garantisi var mıydı? Hayır, hayır. Asla. Öyle bir sarsıntıyı, o çaresizliği ve sırtınızdan inen kaynar suları bir daha asla yaşamak istemiyordunuz. Enkazın altında kaldığınızda hissettiğiniz acıyı saymıyorsunuz bile. Böyle bir şey bir daha asla mümkün değildi.
Derken sizi sigorta şirketinizden arıyorlar. Enkaz ve kayıplarınızla ilgili soruları yanıtlamak ve yeniden bir bina inşa etmek isterseniz zararınızın karşılanacağı yönünde vaatler veriyorlar. Zararın manevi olarak karşılanamayacağını biliyorsunuz, çünkü işin içinde emek var. Maddi kısmının da bu vakitten sonra sizin için hiçbir önemi yok. Sadece sorularınızın yanıtlanması ve yıkımın nedenini öğrenmek için görüşmeyi kabul ediyorsunuz.
Görüşmeye geliyorlar. ''Kaybınız ve hasarınız için gerçekten çok üzgünüz...En kısa zamanda zararlarınız karşılanacaktır. Araştırmalarımız sonucunda yıkıma neden olan sabit bir sebep bulamadık sarsıntının şiddeti de yıkımda etkili ve binanın altında gizli bataklık olması muhtemel. Ayrıca sizi belediye yetkilileri ile görüştüreceğiz, doğru bilgiyi onlar size aktarabilir.'' Sigorta şirketiyle iş birliği içinde olan belediye tabi ki telefonlarınızı açmaz.
Hahahah... Zaten cevap alamayacağınızı tahmin etmiştiniz. Ne bekliyordunuz ki, belediye sizi arayıp bataklıktan haberi olmadığını söyleyip özür dileyecek değildi.
Düşünmeyi bıraktınız. Kabullendiniz. Yıkımın sebebini bataklık kabul ettiniz. Bataklık, sarsıntının hızı ve şiddetiyle daha çok içine çekmişti binanızı. Bilmiyordunuz binanızın altında bataklık olduğunu, kimse bilmiyordu, tahmin edememiştiniz.
Şimdi ne yapacaktınız peki? Bataklığın olmadığı bir yere(tabi öyle bir yer varsa) dostlarınızın da dediği gibi sağlam kalan parçalardan yeni bir bina mı inşa edecektiniz yoksa tası tarağı toplayıp bu diyardan gidecek miydiniz? 😊*
Bu hikayede gerçek kişi ve kahramanlar kullanılmıştır.😁
Bina; sen, ben, o hepimiz ve birbirimize verdiğimiz emekler,hayaller.
Deprem, ne zaman geleceği belli olmayan korkutan, ağlatan, şoka sokan,güven kaybettiren hayat gerçekleri, ölüm ve ihanet...
Sigorta şirketi: Tutulmayan sözler, vaatler
Belediye: Ortalığı karıştıran ve sonra kaybolan, gerçeği sadece kendisinden duyabileceğiniz ancak gerçeğin üzerine sünger çekmekte usta olan kişiler.
Hikayedeki en önemli sembol Bataklık
Bataklık ise hepinizin de tahmin ettiği gibi, nefis; iradedir. Nefis istemektir. Bazen yasak yemeği, bazen güzel bir kadını, içkiyi, son model arabayı... Nefis yok edilemez, nefisle uzlaşılır.Nefisle uzlaşılamadığı takdirde, varını yoğunu kaybettirir, emeklerini hiç acımadan bataklığa çeker. Hele ki insan hoşgörü yetisini objektif olarak kullanamıyorsa ve hayır diyemiyorsa bu bataklık işlevini layıkıyla yerine getirir. İçine çekerken insana muhakeme yeteneğini kaybettirir. Hani hep ''yapma etme affet beni, şeytana uydum'' diyerek içimizde bir şeytan olduğunu iddia ederiz ya.İşte Sabahattin Ali bu durumu çok güzel özetliyor ''İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu... İçimizde şeytan yok, aciz var... Tembellik var, iradesizlik var.İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden korkunç bir şey: Hakikatleri görmekten kaçma itiyadı var...''
Hikaye bitmeden de bir soru sormuştum, binayı sağlam kalan parçalarla yeniden mi inşa ederdiniz, yoksa bu diyardan mı giderdiniz diye, yanıtlayacağım unutmadan...
Aslında gitmek güzel ve çok havalı olurdu. Ama galiba kitaplar bana çok şey öğretti:
``Ama benim gülüm sizin her birinizden çok daha önemlidir. Çünkü ben onu suladım. Ve onu camdan bir korunakla korudum. Önüne bir perde gererek rüzgarın onu üşütmesini engelledim. Tırtılları onun için öldürdüm ( ama birkaç tanesini kelebek olmaları için bıraktım). Onun şikayetlerini ve övünmelerini dinledim. Ve bazen de suskunluklarına katlandım. Çünkü o benim gülüm.
Senin gülünün diğerlerinden daha önemli olmasını sağlayan şey, ona ayırdığın vakittir.
İnsanlar bu gerçeği unuttular. Sen unutmamalısın.
Evcilleştirdiğin şeyden her zaman sen sorumlusun. Gülünden sen sorumlusun.”
`` Gülümden ben sorumluyum``
Sahi siz ne yapardınız?
Yorumlar
Yorum Gönder