OBLOMOVUM, OBLOMOVSUN, OBLOMOVLAR
İş hayatının yaşattığı kötü deneyimler ve geleceğin tatsız belirsizliğinin verdiği dehşet üzerine formasyon almaya karar verdim. Niyetim biraz da iş hayatının yoğun stresinden kaçıp okulda kafa dağıtmaktı.Formasyon nedir diye soracak olursanız, öğretmenlik okuyanların hakkına girip 1 senede hızlandırılmış öğretmenlik eğitimi almak. Tabi parayla 😂
Formasyondan bir hocam sınıf yönetimi dersimize giriyor, etkili ve iz bırakan bir öğretmenin özelliklerini ve öğrencileri motive etmenin yollarını anlatıyordu.Yazdığı makaleleri de derse gelirken okumamızı istiyordu. Genelde hocaların şunu okuyun dedikleri şeyi okumam, hele ki kendi kitabı veya makalesi ise. İrite edici ve reklam kokan hareketler. Ama Necati hoca alanında uzman, şehir şehir gezip sınıf yönetimi ve etkili iletişim konferansları veren yetkin bir profesördü. Derslerinde de öğrenciyi kolayca etkisi altına alıyordu. "Öğretmen olacağım için sınıf yönetimini iyi öğrenmeliyim" tarzı bir gaye içerisinde değildim tabiki. Öğretmen olmak umrumda değildi, anlattıkları insan psikolojisinin ta kendisiydi. İlgimi çeken de buydu ve derslerde kendisini dikkatle dinledim, hatta makalelerini de okudum.
Makalesinin bir tanesi çok ilgimi çekti; Uyuyan Devi Uyandırmak. Makaleye kendi hayatından bir kesitle giriş yapıyor; Komşuları Mustafa. ''Mustafa, 24 yaşında orta okuldan terk tembel bir arkadaşmış.Sohbet etmekten, akıl yürütmekten ve boş işlerle uğraşmaktan çok mutlu olurmuş. Hayatının en verimli dönemlerini böyle beyhude geçirmiş.Hayatta hiçbir amacı yokmuş. Aileler çocuklarına, Mustafa’yı kötü örnek gösterirmiş, Mustafa’nın davranışlarının yanlış olduğunu ve onun gibi olmamaları gerektiğini anlatırlarmış. Bu tembelliğine rağmen her konuda bilgisi varmış ve geleceği çok iyi tahmin edermiş. Yıllar sonra Necati hoca bu durumun "Oblomovluk sendromu" olduğunu öğrenmiş. Oblomovluk bir bilinçli tembellik haliymiş. Bir uyuşukluk değil aksine herşeyin aşırı farkında olma ancak eyleme geçmeme durumuymuş.Bir nevi tükenmişlik sendromu. Makaleden ve internetten aldığım ayrıntıları şu şekilde paylaşıyorum : "Oblomovluk bir nevi, var olana, sürene, devam edene tam bir itaat ve kabullenme iradesizliği durumudur. Oblomov, her daim yeni projeler üretir, tatlı hayaller kurar ama gelin görün ki bunları bir türlü hayata geçiremez. İleri mi atılmalı yoksa olduğu yerde mi kalmalı; bu konuda kafası sürekli karışık ve kararsızdır. Oblomovlar hayatta her şeyden şikayet ederler. Kendilerini aşağılamaya bayılırlar. Özgüvenleri yoktur. Onlara ne yapılması gerektiğini gösterirseniz de, yanıtları hazırdır; "İyi ama böyle birdenbire olur mu? Bu böyle gelmiş böyle gider. Benim hayatımda hiçbir şey düzelmez. Bizden geçti artık''
Satırlar tanıdık geldi mi?
Oblomov aynı zamanda Gonçarov'un kitabının adı ve ana karakteri. Mustafa ve
Oblomov'un motivasyonlarını kaybettiklerini ya da onları motive edecek şeyi henüz keşfedemediklerini söylemiş hocamız.
Ne ironik, makaleyi okuduktan sonra ben de Oblomov olduğumu öğrendim😆 Evet motivasyonum yoktu.Ya da motivasyonumu tavan yaptıracak eylemi henüz keşfedememiştim. Müthiş bir belirsizlik ve gelgitler içinde sürdürdüğüm yaşamım gözümün önünde belirdi. Her şeyden umudu kesmiş bir halde günü kurtarma peşindeydim. Amacım yoktu. Kiramı ödeyeyim, faturalarımı ödeyeyim, işe geç kalmayayım derdindeydim. Hayal kurarken bile hayalimin hep hayal olarak kalacağını bilerek hareket ediyordum. Herkese memnun olmadığım hayatımdan dert yanıp gelen yapıcı önerilere ''bizden geçti artık'', ''para mı var bunları yapmak için'' cevabını veriyordum. Başkalarının hareketli ve zengin yaşamlarını kıskanıp kendi hayatıma sövüyordum. Gidişattan hiç memnun değildim, değiştirmek için milyonlarca hayalim vardı.Değiştirmeyi çok istiyordum. Ama gel gör ki kılımı bile kıpırdatmıyordum. Varolandan memnun değildim ama varolana itaat edip onu kabulleniyordum. Bir mucize bekliyordum, karşıma biri çıksın bana muhteşem ötesi bir kariyer sunsun hayatım değişsin, bir kitap okuyayım algım açılsın hayatım değişsin. Bir videoyla popüler olayım da şu sefil hayat, büyük şehirdeki otobüs çilesi son bulsun, denkleşmeyen para durumları bitsin bla bla bla... Anlayacağınız hayatıma bir ''Atatürk'' gelmesini bekliyordum. Çok bekledim, gelmedi.
Gelin anlatayım.
İzmir'de çok tesadüfi bir şekilde tanıştığım ve çok güzel bir bağ kurduğum arkadaşım Aylin'e yine hayatımdan dert yanıyordum. ''Ne olacak bu İlayda'nın hali?'' ''Hiçbir şey başaramıyorum, elle tutulur bir başarım, yeteneğim hiçbir şeyim yok!!'' Aylin bu söylediklerim karşısında herkes gibi ''saçmalama ne güzel kızsın, komiksin, bir youtube kanalı açsan yürür gidersin'' diye telkin etti. Klasik yapabilirsin yapamazsın tartışmasından sonra ''Sana bir kitap önereceğim, onu al oku, sonra üzerinde konuşacağız'' dedi. Ben ise içimden ''he he kesin alır okurum'' diyordum😂 Ben Ankara'ya döndükten sonra da sürekli ''aldın mı okudun mu kitabı'' diye soruyordu.Sonra pes ettim görüşlerine değer verdiğim bir insan bana bir kitap öneriyor ve ben almıyorum diye kendime kızıp kitabı aldım.
Kitap, Aykut Oğut'un bir kitabı, Evrenden Torpilim Var. Tabiki ''ayol bu kitap bir mucize, bununla yepyeni bir hayata başladıııım'' gibi bir zırva beklemeyin ama büyük katkısı olduğunu da asla yadsıyamam. Benim zaten değişmeye niyetim vardı. Ama nereden başlayacağımı, ne yapmam gerektiğini ve kendimi yetersiz görmekten nasıl kurtulacağımı bilmiyordum. Beni neyin motive edeceğini bilmiyordum. Hah işte bu noktada bu kitap hayatıma girdi. The Secret veya ''pozitif düşün herşeyi elde et'' tarzı deli saçması bir kitap değil. Yazar, düşünce biçiminin kendi hayatına etkisini neden ve sonuçlarıyla anlatıyor. Daha fazla spoiler vermeyeyim, Oblomov olanlar okusun. 👀 Şimdi size Oblomovluk sendromumun geldiği son noktadan ve nasıl kurtulmaya başladığımdan bahsedeceğim.
Çocukluğumdan beri bir Yunan hayranlığım vardı. Mitolojisine ayrı, insanlarına ayrı, kültürlerine ayrı,adalarına, şarkılarına, dillerine ve başkentine ayrı ilgi duyuyordum. Beni ortaokul ve liseden tanıyanlar çok iyi bilir. Yunanca şarkıları ana dilim gibi söylüyordum. Facebook'tan tanıştığım Yunan arkadaşlarım vardı. Dikili'ye gidenler bilir, yaklaşık 40dk uzaklıkta Midilli adası vardır. Dikili'ye geldiğinizde telefon operatörlerinin bazen kafası karışır ve telefonunuza ''Welcome to Greece'' diye mesaj geliverirdi. Radyolar bir anda Yunan radyosu frekansını verir ve başlardı Yunanca şarkı çalmaya. Mest olurdum mest!!
Son üç senedir gitmeyi düşünüyordum.Hatta komple Avrupa Birliği projeleri ile orada yaşamayı düşünüyordum.Ama kendimi gidemeyeceğime o kadar ikna etmiştim ki gitmeyi düşündüğüm an içimden bir ses ''kes sesini be saçma sapan konuşma gezmeye gitsen gidemezsin paran mı var,orada yaşarsan buradaki kiranı kim ödeyecek nereye gidiyorsun, vize işlerini bile beceremezsin sen beceriksiz boş boş hayal kurma'' diyordu. Gidemeyeceğime müthiş ikna olmuştum. Para yoktu,benimle gelecek biri yoktu ve BEN TEK BAŞIMA BİR BOK BECEREMEZDİM! YERSEN! Benim gözümde ben, büyük bir beceriksizdim, hayatta başardığım hiçbir şey yoktu. Eziktim ben ezik! Herkes bir yerlere gelmişti, gelemeyenler evlenip çocuk yapmıştı. Araba kullanmayı bile başaramıyordum ki ben kalkıp yurt dışına mı gidecektim! Peeeh!! Ezik İlayda!
Bahsettiğim Avrupa Birliği projeleriyle Atina'ya gidip yaklaşık 1 sene orada çalışan bir arkadaşım vardı; Yağmur. Yağmur'la üniversite yıllarında aktif görev aldığımız bir dernekte tanışmıştık ve bağlarımızı koparmamıştık. Kendisinin sosyal medyadaki Yunanistan paylaşımlarını görüp gıpta ediyordum. Ama zaten Yağmur bunu hakeden biriydi, ODTÜ Uİ mezunuydu, anadili gibi İngilizcesi vardı, projeleri araştırıyordu. O gitmeyecekti de ben mi gidecektim bu ezik halimle?
Yağmur'un gönüllülük projesi bittikten sonra Ankara'da görüştük. Ona Yunan merakımdan bahsettim, gitmek istediğimi söyledim. Benim için gönüllülük projelerine bakacağını söyledi. Ama o benim için bir proje bulsa bile gidemeyeceğimi biliyordum. Bunun bir sebebi yok, bir şey başaramayacağıma inandırmıştım kendimi, ben haketmiyordum bunu. Yağmur daha sonra iş bulup tekrar Atina'ya gitti.O Atina'dayken birkaç kez konuştuk. Acaba diyordum tatile mi gitsem Yağmur'un yanına? Evet tatil çok mantıklıydı. Ben neden emeklemeden koşmak isteyip komple orda yaşama hayal kuruyordum? Önce tatile gitmeliydim. Konuyu mart ayı civarı kendisine açtım. Yağmur bu durumu olumlu karşıladı, bana çok yardımcı oldu. Ama benim iç sesim bir türlü susmuyordu: ''Yapamayacaksın sen bir bok beceremezsin, sen sadece hayal kur...''
Sonra çok manidar bir zamanda Aylin'in önerdiği kitaba başladım. Öğrendim ki bu yaşadığım bir ego oyunuymuş. Çocukluğumuzda kabul ettiğimiz ve değiştiremeyeceğimizi düşündüğümüz kararlar uzun yıllar peşimizden gelirmiş.Kitapta geçen cümle şu: "Ben beceremem.", çocukken alınabilecek en kolay kararlardan biridir. Hatta "ben beceremem" grip salgını gibi son derece hızlı bir şekilde yayılmaya bile başlayabilir.'' Bu yerleşmiş kararları değiştirmezsek ömür boyu bilinçli uyuşukluk modunda kalıp hiçbir yere gelemezmişiz.
Benim de aynen böyle oluyordu.Bir iş başvurusunda bulunduğumda bile bu düşünce peşimi bırakmıyordu. ''Ben kimim ki beni niye işe alsınlar, ben haketmiyorum, ben beceremem, ne özelliğim var, ne yapabiliyorum?'' Sanırım bu düşünceyle çok istediğim iki işi kaçırmış bile olabilirim. Ne yapmaya kalksam bu düşünce önümde hep engel teşkil ediyordu. İnanmazsınız ama hep de düşündüğüm gibi oldu! Düşüncem belli, düşüncelerimden yansıyan davranışlarım belli, ee neden hala mucize bekliyordum?
Yunanistan'a gitmeye karar verdiğimde de aynı durumları yaşadım.''Yapamayacağım, olmayacak bir engel çıkacak, başvursam bile vize vermeyecekler.'' Resmen karamsarlık kusuyordum her yere. Keza engeller de yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Başvuru belgelerini ana hatlarıyla öğrenmek için vize işleri için aracı olan kurumu aradım.Müşteri temsilcisi bir hanımefendi ikametim İzmir'de olduğu için vize başvurusundan önce ikametimi Ankara'ya aldırsam bile vize çıkmayacağını, en az 6 ay geçmesi gerektiğini söyledi. Aha dakika bir gol bir. Bitmişti. Ben vazgeçmiştim. Evet, karşıma çıkan ilk engelde pes etmiştim. İş yerinde ''ne yaptın Yunanistan işini'' diye soranlara ''vazgeçtim,gidemiyorum'' demeye başlamıştım, Yağmur'a ''ben gelemiyorum olmuyor, zorlamayayım.'' demiştim. Daha önce bir çok yurtdışı tecrübesi olan iş arkadaşım, aracı kurumun yanlış bilgi verdiğini düşünüyor ve bizzat Yunanistan konsolosluğunu arayıp bilginin doğruluğunu teyit etmemi istiyordu. Bana ''bu kadar çabuk pes etmemelisin, bir hayalin varsa peşinden gitmelisin'' diyordu. Ben ise hala olmayacağını boşa kürek çektiğimi, beceremeyeceğimi düşünüyordum. İçimdeki ses de ''bak beceremedin işte,bu zamana kadar neden aldırmadın ikametini, senden bir bok olmaz adsggjsdsfdsf'' diyordu.
Birkaç günümü ''Biz de şans olsa erkek doğardık'' isyanlarıyla geçirdim.Zaman geçiyordu. Bir şeyler yapacaktım, gitmek istiyordum.Gerçekten de ilk engelde pes etmiştim. Tek bir telefon görüşmesiyle vazgeçmiştim. Sadece tek bir çağrı merkezi temsilcisinin verdiği bilgiyi sorgulamadan, alternatif bilgi almadan vazgeçiyordum. Bu arada iş arkadaşım konsolosluğu arayıp görüşmem için ısrar ediyordu. Yağmur gidebilmem için herşeyi yapıyordu.Uçak biletimden formalite otel rezervasyonuma kadar herşey için yardım ediyordu .Babam gidebilmem için maddi destek sağlıyordu vs. vs. Yani bu kadar insan benim için uğraş veriyor ve ben hayalimden vazgeçiyordum!!! Ne büyük bir ahmaklık!
Bu arada kitabı okumaya devam ediyordum. Kitaba başladığım zamanlama gerçekten manidardı. Kendimi sorgulamaya başladığım, gidişata dur demek istediğim ve nokta atışı yapmam gerektiğini hissettiğim ama nasıl yapacağımı asla bilemediğim için kılımı kıpırdatmadığım bir dönemdeydim. Kitap, tam olarak yaşadığım sorunların üzerinde duruyor ve bunlara çok basit çözümler sunuyordu. Çözüm niteliğindeki egzersizleri günlük yaşamımda uygulamaya başladım.Yerleşmiş düşüncelerimi değiştirmeye çalıştım,kendimi yapabileceğime, Yunanistan'a hatta birçok ülkeye bile gidebileceğime inandırmaya başladım. İçimdeki sese bir şeyler yapabileceğimi söyledikçe sanki daha az konuşuyordu.
Cesaretimi topladım.Deneyecektim ve yapacaktım.Sonunda iş arkadaşım Doğa Bey'i dinleyip konsolosluğu aradım. Konsoloslukla görüştüm sonra tekrar aracı kurumla tekrar konsoloslukla.... ve sonunda aracı kurumun (kendisini ebesiyle birlikte andığım hanımefendinin) bana yanlış bilgi aktardığını,ikametimi Ankara'ya aldırıp başvuru yaptığımda vize sürecini etkilemeyeceğini öğrendim... Gülsem mi ağlasam mı? Ağlamadım tabiki. Sevinçten 7 sülalemi aradım, Yağmur'a haber verdim.Yapabileceğimi düşündükçe engeller kalkmaya başlamıştı. Başladım belgeleri toplamaya.Topladım topladım ve 8 haziran günü vize başvurumu yaptım.Başvurumu yaptıktan sonra vize çıkmış gibi gezi planı çıkarmaya başladım.Birinci gün Acropolis'e çıkarım ikinci gün adalara giderim... Evet güleceksiniz belki ama orada çekileceğim fotoğrafları düşünerek Helen konseptli elbiseler aldım😆 Anlayacağınız doğmamış çocuğa don biçtim. Çünkü kitapta şöyle diyordu : ''Önce istediğini söylediğin şeyi elde etmiş kişi haline gel, sonra zaten istediğin otomatik olarak senin olacak.'' Ben de aynen böyle yaptım.
Başvurumdan üç gün sonra da İzmir'e gittim. İzmir'deki 3.günümde ofise adıma bir kargo geldiği söylendi. Müdürümden açmasını rica ettim veee ta taaaam!!! Tamı tamına 6 günlük Yunanistan vizem çıkmıştı. 😍😍😋 Uçak biletimi aldım, müjdeyi herkese yaydım ve 10 Temmuz 2018 sabahı Atina'ya uçtum💪 {Gezim için ayrıca bir yazı yazabilirim.}
Bu süreçteki en önemli kazanımım tabi ki motivasyonum ve özgüvenim oldu. Motivasyonumu yükselten şeyleri keşfettikten sonra hem neler yapmak istediğimi farkettim hem de bu isteklere ulaşmak küçük hedefler koydum.Bu sayede yavaş yavaş Oblomovluk sendromumu bitirdim. Önce varolan sorunlarımı kabulleniyorum.Evet herkes gibi benim de çözülmeyi bekleyen sorunlarım var. Şu an, önceki gibi sorunlarımı kabullenip harekete geçmemezlik yapmıyorum.Sorunun varlığını kabulleniyor ve ileride böyle bir sorun olmayacağını ve bu sorunu ileride hatırlayıp ''ne günler atlattın kız ilayda'' diyeceğimi kendime garanti ediyorum. Sorunlardan şikayet etmek yerine, bu sorunun bana katacağı tecrübeyi düşünüp keyif alıyorum.Artık kurduğum hayalleri haketmediğimi düşünüp hayallerimden vazgeçmiyorum. Kötü giden bişey varsa bile kitapta geçen motto ile ilerliyorum: ''gülümse, odaklan ve değiştir.''
Başta kardeşim olmak üzere bu durumu yaşayan bir sürü insan var biliyorum. Yaşadığımız coğrafya, yetiştiğimiz jargon, yetişme tarzımız, anne babamız veya arkadaşlarımız bizi bu tarz buhranlara sürüklüyor. Kendini tanımayan,hayattan ne istediğini bilmeyen, ya da ne istediğini bilip imkansız olduğunu düşünen, ne işle uğraşmak istediğini bilmeyen ve bu yüzden yıllarca sevmediği işi yapan o kadar fazla insan var ki...
Sevmediğiniz işinizde 5 - 10 yılı devirip sinir hastası olduğunuzda iş işten geçmiş olmasın. Hayatınızın en güzel dönemlerini cafelerde, barlarda bir kitap kapağı bile açmayarak geçirip, beş yıl sonra pişmanlık paçalarınızdan akmasın. Bunların farkında olmayanlar için zaten diyecek söz yok. Ama siz de benim gibi farkındaysanız ve harekete geçemiyorsanız mutlaka destek almalısınız. Herkesin psikolojik destek alacak durumu elbette yoktur. Ama hayatınıza aldığınız insanlar gün gelir sizin psikoloğunuz olur. Hayatınızda iz bırakacak ve sizi iyi yönde etkileyecek insanları hayatınıza alın ve siz de bir hayata dokunmanın, birinin dönüm noktası olmanın hazzını mutlaka yaşayın.
Biraz zorlayarak herkes bir gün kendi kendisinin Atatürk'ü olacaktır. Ve evet Atatürk'ün de dediği gibi ''Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.''
(Oblomovluk Sendromu hakkında farkındalığımı başlatan ve yok etmeme yardımcı olan başta saygıdeğer hocam Necati Cemaloğlu'na, bana level atlatan kitabı öneren güzel psikoloğum Aylin'e, bu kitabı yazdığı için Aykut Oğut'a, beni itekleyip hayalimi gerçekleştirmeme yardımcı olan Doğa Bey'e, gidebilmem için ceplerimi dolduran babama ve en önemlisi hayalimi gerçekleştirmemde en büyük basamak olan ve resmen işini gücünü bırakıp bana danışmanlık yapan sevgili arkadaşım Yağmur'a teşekkürlerimi borç bilirim. Hakkınız ödenmez 💗💗💗💗)
Makaleyi okumak isterseniz : http://www.kamudanhaber.net/uyuyan-devi-uyandirmak-makale,3316.html
Çocukluğumdan beri bir Yunan hayranlığım vardı. Mitolojisine ayrı, insanlarına ayrı, kültürlerine ayrı,adalarına, şarkılarına, dillerine ve başkentine ayrı ilgi duyuyordum. Beni ortaokul ve liseden tanıyanlar çok iyi bilir. Yunanca şarkıları ana dilim gibi söylüyordum. Facebook'tan tanıştığım Yunan arkadaşlarım vardı. Dikili'ye gidenler bilir, yaklaşık 40dk uzaklıkta Midilli adası vardır. Dikili'ye geldiğinizde telefon operatörlerinin bazen kafası karışır ve telefonunuza ''Welcome to Greece'' diye mesaj geliverirdi. Radyolar bir anda Yunan radyosu frekansını verir ve başlardı Yunanca şarkı çalmaya. Mest olurdum mest!!
Son üç senedir gitmeyi düşünüyordum.Hatta komple Avrupa Birliği projeleri ile orada yaşamayı düşünüyordum.Ama kendimi gidemeyeceğime o kadar ikna etmiştim ki gitmeyi düşündüğüm an içimden bir ses ''kes sesini be saçma sapan konuşma gezmeye gitsen gidemezsin paran mı var,orada yaşarsan buradaki kiranı kim ödeyecek nereye gidiyorsun, vize işlerini bile beceremezsin sen beceriksiz boş boş hayal kurma'' diyordu. Gidemeyeceğime müthiş ikna olmuştum. Para yoktu,benimle gelecek biri yoktu ve BEN TEK BAŞIMA BİR BOK BECEREMEZDİM! YERSEN! Benim gözümde ben, büyük bir beceriksizdim, hayatta başardığım hiçbir şey yoktu. Eziktim ben ezik! Herkes bir yerlere gelmişti, gelemeyenler evlenip çocuk yapmıştı. Araba kullanmayı bile başaramıyordum ki ben kalkıp yurt dışına mı gidecektim! Peeeh!! Ezik İlayda!
Bahsettiğim Avrupa Birliği projeleriyle Atina'ya gidip yaklaşık 1 sene orada çalışan bir arkadaşım vardı; Yağmur. Yağmur'la üniversite yıllarında aktif görev aldığımız bir dernekte tanışmıştık ve bağlarımızı koparmamıştık. Kendisinin sosyal medyadaki Yunanistan paylaşımlarını görüp gıpta ediyordum. Ama zaten Yağmur bunu hakeden biriydi, ODTÜ Uİ mezunuydu, anadili gibi İngilizcesi vardı, projeleri araştırıyordu. O gitmeyecekti de ben mi gidecektim bu ezik halimle?
Yağmur'un gönüllülük projesi bittikten sonra Ankara'da görüştük. Ona Yunan merakımdan bahsettim, gitmek istediğimi söyledim. Benim için gönüllülük projelerine bakacağını söyledi. Ama o benim için bir proje bulsa bile gidemeyeceğimi biliyordum. Bunun bir sebebi yok, bir şey başaramayacağıma inandırmıştım kendimi, ben haketmiyordum bunu. Yağmur daha sonra iş bulup tekrar Atina'ya gitti.O Atina'dayken birkaç kez konuştuk. Acaba diyordum tatile mi gitsem Yağmur'un yanına? Evet tatil çok mantıklıydı. Ben neden emeklemeden koşmak isteyip komple orda yaşama hayal kuruyordum? Önce tatile gitmeliydim. Konuyu mart ayı civarı kendisine açtım. Yağmur bu durumu olumlu karşıladı, bana çok yardımcı oldu. Ama benim iç sesim bir türlü susmuyordu: ''Yapamayacaksın sen bir bok beceremezsin, sen sadece hayal kur...''
Sonra çok manidar bir zamanda Aylin'in önerdiği kitaba başladım. Öğrendim ki bu yaşadığım bir ego oyunuymuş. Çocukluğumuzda kabul ettiğimiz ve değiştiremeyeceğimizi düşündüğümüz kararlar uzun yıllar peşimizden gelirmiş.Kitapta geçen cümle şu: "Ben beceremem.", çocukken alınabilecek en kolay kararlardan biridir. Hatta "ben beceremem" grip salgını gibi son derece hızlı bir şekilde yayılmaya bile başlayabilir.'' Bu yerleşmiş kararları değiştirmezsek ömür boyu bilinçli uyuşukluk modunda kalıp hiçbir yere gelemezmişiz.
Benim de aynen böyle oluyordu.Bir iş başvurusunda bulunduğumda bile bu düşünce peşimi bırakmıyordu. ''Ben kimim ki beni niye işe alsınlar, ben haketmiyorum, ben beceremem, ne özelliğim var, ne yapabiliyorum?'' Sanırım bu düşünceyle çok istediğim iki işi kaçırmış bile olabilirim. Ne yapmaya kalksam bu düşünce önümde hep engel teşkil ediyordu. İnanmazsınız ama hep de düşündüğüm gibi oldu! Düşüncem belli, düşüncelerimden yansıyan davranışlarım belli, ee neden hala mucize bekliyordum?
Yunanistan'a gitmeye karar verdiğimde de aynı durumları yaşadım.''Yapamayacağım, olmayacak bir engel çıkacak, başvursam bile vize vermeyecekler.'' Resmen karamsarlık kusuyordum her yere. Keza engeller de yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Başvuru belgelerini ana hatlarıyla öğrenmek için vize işleri için aracı olan kurumu aradım.Müşteri temsilcisi bir hanımefendi ikametim İzmir'de olduğu için vize başvurusundan önce ikametimi Ankara'ya aldırsam bile vize çıkmayacağını, en az 6 ay geçmesi gerektiğini söyledi. Aha dakika bir gol bir. Bitmişti. Ben vazgeçmiştim. Evet, karşıma çıkan ilk engelde pes etmiştim. İş yerinde ''ne yaptın Yunanistan işini'' diye soranlara ''vazgeçtim,gidemiyorum'' demeye başlamıştım, Yağmur'a ''ben gelemiyorum olmuyor, zorlamayayım.'' demiştim. Daha önce bir çok yurtdışı tecrübesi olan iş arkadaşım, aracı kurumun yanlış bilgi verdiğini düşünüyor ve bizzat Yunanistan konsolosluğunu arayıp bilginin doğruluğunu teyit etmemi istiyordu. Bana ''bu kadar çabuk pes etmemelisin, bir hayalin varsa peşinden gitmelisin'' diyordu. Ben ise hala olmayacağını boşa kürek çektiğimi, beceremeyeceğimi düşünüyordum. İçimdeki ses de ''bak beceremedin işte,bu zamana kadar neden aldırmadın ikametini, senden bir bok olmaz adsggjsdsfdsf'' diyordu.
Birkaç günümü ''Biz de şans olsa erkek doğardık'' isyanlarıyla geçirdim.Zaman geçiyordu. Bir şeyler yapacaktım, gitmek istiyordum.Gerçekten de ilk engelde pes etmiştim. Tek bir telefon görüşmesiyle vazgeçmiştim. Sadece tek bir çağrı merkezi temsilcisinin verdiği bilgiyi sorgulamadan, alternatif bilgi almadan vazgeçiyordum. Bu arada iş arkadaşım konsolosluğu arayıp görüşmem için ısrar ediyordu. Yağmur gidebilmem için herşeyi yapıyordu.Uçak biletimden formalite otel rezervasyonuma kadar herşey için yardım ediyordu .Babam gidebilmem için maddi destek sağlıyordu vs. vs. Yani bu kadar insan benim için uğraş veriyor ve ben hayalimden vazgeçiyordum!!! Ne büyük bir ahmaklık!
Bu arada kitabı okumaya devam ediyordum. Kitaba başladığım zamanlama gerçekten manidardı. Kendimi sorgulamaya başladığım, gidişata dur demek istediğim ve nokta atışı yapmam gerektiğini hissettiğim ama nasıl yapacağımı asla bilemediğim için kılımı kıpırdatmadığım bir dönemdeydim. Kitap, tam olarak yaşadığım sorunların üzerinde duruyor ve bunlara çok basit çözümler sunuyordu. Çözüm niteliğindeki egzersizleri günlük yaşamımda uygulamaya başladım.Yerleşmiş düşüncelerimi değiştirmeye çalıştım,kendimi yapabileceğime, Yunanistan'a hatta birçok ülkeye bile gidebileceğime inandırmaya başladım. İçimdeki sese bir şeyler yapabileceğimi söyledikçe sanki daha az konuşuyordu.
Başvurumdan üç gün sonra da İzmir'e gittim. İzmir'deki 3.günümde ofise adıma bir kargo geldiği söylendi. Müdürümden açmasını rica ettim veee ta taaaam!!! Tamı tamına 6 günlük Yunanistan vizem çıkmıştı. 😍😍😋 Uçak biletimi aldım, müjdeyi herkese yaydım ve 10 Temmuz 2018 sabahı Atina'ya uçtum💪 {Gezim için ayrıca bir yazı yazabilirim.}
Bu süreçteki en önemli kazanımım tabi ki motivasyonum ve özgüvenim oldu. Motivasyonumu yükselten şeyleri keşfettikten sonra hem neler yapmak istediğimi farkettim hem de bu isteklere ulaşmak küçük hedefler koydum.Bu sayede yavaş yavaş Oblomovluk sendromumu bitirdim. Önce varolan sorunlarımı kabulleniyorum.Evet herkes gibi benim de çözülmeyi bekleyen sorunlarım var. Şu an, önceki gibi sorunlarımı kabullenip harekete geçmemezlik yapmıyorum.Sorunun varlığını kabulleniyor ve ileride böyle bir sorun olmayacağını ve bu sorunu ileride hatırlayıp ''ne günler atlattın kız ilayda'' diyeceğimi kendime garanti ediyorum. Sorunlardan şikayet etmek yerine, bu sorunun bana katacağı tecrübeyi düşünüp keyif alıyorum.Artık kurduğum hayalleri haketmediğimi düşünüp hayallerimden vazgeçmiyorum. Kötü giden bişey varsa bile kitapta geçen motto ile ilerliyorum: ''gülümse, odaklan ve değiştir.''
Başta kardeşim olmak üzere bu durumu yaşayan bir sürü insan var biliyorum. Yaşadığımız coğrafya, yetiştiğimiz jargon, yetişme tarzımız, anne babamız veya arkadaşlarımız bizi bu tarz buhranlara sürüklüyor. Kendini tanımayan,hayattan ne istediğini bilmeyen, ya da ne istediğini bilip imkansız olduğunu düşünen, ne işle uğraşmak istediğini bilmeyen ve bu yüzden yıllarca sevmediği işi yapan o kadar fazla insan var ki...
Sevmediğiniz işinizde 5 - 10 yılı devirip sinir hastası olduğunuzda iş işten geçmiş olmasın. Hayatınızın en güzel dönemlerini cafelerde, barlarda bir kitap kapağı bile açmayarak geçirip, beş yıl sonra pişmanlık paçalarınızdan akmasın. Bunların farkında olmayanlar için zaten diyecek söz yok. Ama siz de benim gibi farkındaysanız ve harekete geçemiyorsanız mutlaka destek almalısınız. Herkesin psikolojik destek alacak durumu elbette yoktur. Ama hayatınıza aldığınız insanlar gün gelir sizin psikoloğunuz olur. Hayatınızda iz bırakacak ve sizi iyi yönde etkileyecek insanları hayatınıza alın ve siz de bir hayata dokunmanın, birinin dönüm noktası olmanın hazzını mutlaka yaşayın.
Biraz zorlayarak herkes bir gün kendi kendisinin Atatürk'ü olacaktır. Ve evet Atatürk'ün de dediği gibi ''Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.''
(Oblomovluk Sendromu hakkında farkındalığımı başlatan ve yok etmeme yardımcı olan başta saygıdeğer hocam Necati Cemaloğlu'na, bana level atlatan kitabı öneren güzel psikoloğum Aylin'e, bu kitabı yazdığı için Aykut Oğut'a, beni itekleyip hayalimi gerçekleştirmeme yardımcı olan Doğa Bey'e, gidebilmem için ceplerimi dolduran babama ve en önemlisi hayalimi gerçekleştirmemde en büyük basamak olan ve resmen işini gücünü bırakıp bana danışmanlık yapan sevgili arkadaşım Yağmur'a teşekkürlerimi borç bilirim. Hakkınız ödenmez 💗💗💗💗)
Makaleyi okumak isterseniz : http://www.kamudanhaber.net/uyuyan-devi-uyandirmak-makale,3316.html
Yorumlar
Yorum Gönder